Olumsuz duygular hissetmek bizi çok rahatsız eder ve bir an önce o rahatsızlıktan kaçmak isteriz. Bazen telefona sarılırız, bazen dizi izleriz, bazen de uyuruz. Hepimiz kendimize bir kaçış yöntemi buluruz. Bu kaçış aslında bir baş etme yöntemidir. O olumsuz duyguyu yaşamamak için bir yol buluruz. Ama maalesef her baş etme yöntemi her zaman işlevsel olmayabilir. Kısa vadede rahatlarız belki, fakat uzun vadeli sonuçlarını değerlendirdiğimizde işler hiç de istediğimiz gibi gitmiyordur.
Ve kaygı yaşayan, bunu çok derinden deneyimleyen insanlara:
“Şu hayattan ne istersin?” diye sorduğumuzda derler ki:
“Kaygısız olmak istiyorum. Hiçbir şeyi umursamak istemiyorum.”
O kaygı onlara o kadar ağır gelir ki kaygıdan kurtulurlarsa sorunlar çözülecekmiş gibi düşünürler. Sanki hayatlarının düğüm noktası orasıymış gibi…
Peki, hadi birlikte bizi en çok kaygılandıran konulara bir göz atalım. Annelik mi? Eşlik mi? İş mi? Sınavlar mı? Ne kaygılandırıyor bizi? Hadi hayal edelim: Kaygılarımız bizden enjektörle çekilmiş olsun. Artık kaygısız biriyiz. Kaygılandığımız her ne varsa artık umursamıyoruz. Nasıl bir son olurdu sizce? Kaygının hafifliğini hissederken, uzun vadede neler gelir, neler giderdi?
Bu sorunun cevabını herkes kendi içinde cevaplasın istiyorum. Fakat ben kaygıya farklı bir yerden bakmamız gerektiğini düşünüyorum.
Hayatta kaygılandığımız, bizi huzursuz eden her ne varsa, aslında hepsi bizim önemsediğimiz, değer verdiğimiz şeyler. Hayatta önemsediğimiz ve değer verdiğimiz her ne varsa da bizi biz yapıyorlar. Yani eğer kaygılarımızı biri enjektörle çekecek olsa, biz zaten biz olmaktan çıkarız. Ve bu halimize uzaktan bakacak olsak, inanın bir daha asla kaygısız olmak istemeyiz.
Düşünsenize:
“Çocuklarını yetiştirmekle ilgili hiç kaygısı olmayan bir ebeveyni!”
“İşinin hakkını vermekle ilgili kaygısı olmayan çalışanı!”
“Evinin huzuruyla ilgili kaygısı olmayan insanı!”
“Sınavdan kaç alacağıyla ilgili kaygısı olmayan öğrenciyi!”
Ya da boş verin, düşünmeyin!
Olumsuz duygular hissetmek bizi çok rahatsız eder ve bir an önce o rahatsızlıktan kaçmak isteriz. Bazen telefona sarılırız, bazen dizi izleriz, bazen de uyuruz. Hepimiz kendimize bir kaçış yöntemi buluruz. Bu kaçış aslında bir baş etme yöntemidir. O olumsuz duyguyu yaşamamak için bir yol buluruz. Am
Çocukluğumuzu hatırlıyorum da kahvaltımızı yapıp dışarı çıkar, günümüzü dışarıda geçirir, akşam ezanı okunurken annelerimizin: “Hadi artık içeri girin ezan oldu!” demeleriyle içeri girerdik. Şimdi ise tam tersi: “Hadi biraz dışarı çık!” demek zorundayız çocuklarımıza. Tabii ki bunun başkahramanı: Te
Şöyle bir tabir var ya hani… x şey seni ya rezil eder ya vezir eder. Bunu ben biraz daha dönüştürüyorum ve diyorum ki: “Dilimiz bizi ya rezil eder ya vezir eder!” Kullandığımız dilin yani kelimelerimizin, seçtiğimiz cümlelerin çok ilginç işlevleri var. Ve gerçekten hayatımızı etkileyecek düzeyde… B
İnsanların bize karşı, diğer insanlara ve topluma karşı yaptığı hataları gördüğümüzde öfkeleniyoruz. Bu öfke onları düzeltme arzusunu ortaya çıkardığı gibi tamamen o insanlardan uzaklaşmayı veya onlarla tartışmayı da arkasından getirebiliyor. Burada iki durum ortaya çıkıyor. İlki bizler, karşımızda
Çay mı kahve mi içersin? Bu iki alternatif sorulduğunda doğal olarak bu ikisinden birini söyleriz. Mesela limonata içmek istiyorum gibi bir talepte bulunmayız. Peki ya ben çayı da kahveyi de sevmiyorsam? Böyle bir durumda ikisini de içmemek gibi bir seçeneğim de vardır. Fakat hadi ayıp olmasın diye
Ne yiyeceğimize, hangi kıyafeti alacağımıza, ne pişireceğimize, hangi marka arabayı satın alacağımıza, çocuğumuza hangi ismi koyacağımıza, hangi bölümü tercih edeceğimize karar vermek özellikle fazla detaycı ve mükemmeliyetçi insanlar için zordur. Bunlar somut kararlardır. Yani ya “A” ismini koyacağ