Yaşamak...

Yazının Giriş Tarihi: 17.10.2024 06:30
Yazının Güncellenme Tarihi: 16.10.2024 16:05

Sosyal çöküntü, tükenmişlik sendromu, toplumsal çürüme, toplu bunalımlar...

Şu sıralar ne kadar çok maruz kaldık bu kelimelere.

Halbuki şunun şurasında 10 sene evvel duyduk tükenmişlik sendromunun adını. Tamam, hep vardı ama bir ismi yoktu bir tanımı yoktu. Sonra bir yapıştı üstümüze gitmek bilmedi.

Meğer bizim senelerdir adını koyamadığımız şeyin tanımıymış kendileri. Meryem Uzerli sağ olsun tanıştırdı bu tamlamayla bizi. Onun bu konuyla alakası yok tabi.

Yaşlı insanlar gibi geçmişten konuşur olduk toplumca, "Sanki eskiden böyle değildi, eskiden bu kadar kötülük yoktu, eskiden şimdiki gibi değildi gençlik sanki..." falanlar, filanlar…

Azıcık balık hafızalı olduğumuz için yakın geçmiş dahil, biz geçmişi pek hatırlamayız.

Halbuki geçmişin de şimdikinden pek farkı yoktu kanımca. Hatta bazı noktalarında şimdikinin bilmem kaç kat ağırlarını bile yaşamış olabiliriz.

Bizim toplumumuzun gençliği her dönemde bunalımlar içindeydi zaten. Şimdikinde olduğu gibi. Çünkü her dönemin ayrı sorunları, keşmekeşleri, çileleri vardı. Bu topraklar hep zordu gençlere. Pardon sadece gençlere değil yediden yetmişe herkese zor bu topraklar. Geçmişte de öyleydi şimdi de öyle.

Sadece küçük bir fark var aralarında; Şimdi dünya küçük...

Eskiden büyüktü ya da biz öyle sanıyorduk.

Şimdi dünya avcumuzun içinde, her yer bir tık uzağımızda.

Hal böyle olunca uzak yakın demeden her olaydan haberimiz var. Olaylar ülkesi burası da malum. Tesadüf de bu ya işte, üst üste acayip çirkin olaylar silsilesi bombardımanına tutulduk, nevrimiz kaydı.

Aslında şu ülkenin sorun ve çürümelerle boğuşmadığı bir dönemi yok. Ve bu her geçen gün çığ misali büyüyerek artıyor. Bir yerlerde büyük hatalar yapıyoruz ama nerelerde bulan da yok. Herkes sadece birbirini suçluyor her zamanki gibi. Kavgamız gürültümüz bol, çözümümüz kıt anlayacağınız.

Kendi kendimize yaptığımız çirkinlikler, boğuşmalar, debelenmeler üzerine bir de rabbimin afetiyle de imtihan olduk.

Bir yapay afet bir doğal afet derken, son 1 senede iyice sıyırdık kafaları. Her iki tarafta da ne yapsak elimizde kalıyor. Her iki taraf içinde büyük noksanız.

Üstüne bu sadece kendi içimizin sıkıntıları.

Birde karşıdan görülen ama ciğerimizi kavuran başka başka meselelerimiz de var. Onlarda bonusumuz bizim, her alanda double seviyoruz biz. Tabii bir şeyleri double double yaşamazsak olmaz.

Memleket ayrı yanıyor, karşıda kardeşlerimiz ayrı yanıyor.

Hadi biz mecazi anlamda yanıyoruz içten içten de, onlar gerçekten yanıyorlar.

Ve biz sadece izliyoruz. Altı üstü iki kelam ediyoruz, bir iki bağırıp çığırıyoruz o kadar.

Yani kısacası bu dünyanın neresinden tutsak parça parça elimizden kayıyor. Ya bizde bir şey var ya da dünyanın işleyişi bu, onu çözemedik daha.

Ama ben azıcık kendimizden şüphelenmeye başladım artık. Çünkü bu kadarı da olamaz herhalde artık. Dünya bir yerden ağlatsa sanırım bir yerden de güldürür. Yoksa insanlığı kendisine nasıl bağlayacak. Ama biz dört bir koldan ağlıyoruz.

Gülünecek bahanelerimizi kaybettik biz. Resmen "ama”larımız tükendi bizim. Sığınacak alternatif bir bahanemiz kalmadı.

Yoğun duygular, yoğun olaylar, yoğun baskılar, yoğun telaşlar...

Birbirine girmiş bir sürü yoğunluğun içinde nefes almaya çalışıyoruz. Buna da yaşamak diyoruz.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.