Kendimi görmüyorum ben ama bazen insanların zorluklarından ötürü hayat enerjimin bittiğini hissediyorum. Hakikaten öyleleriyle karşılaşıyor ki bazen insan, neden diye sormadan edemiyor mesela.
Neden bu kadar mesele var? Neden bu kadar zorlaştırıyorlar işleri? Hem de sanki zevk alırcasına, en önemlisi neden bu şükürsüzlük hali mesela.
Hep bir problem, hep bir negatiflik, hep bir mutsuzluk, agrasiflik. Böyle olunca o ortamda nefes alamadığımı hissediyorum, çıkıp temiz hava alma ihtiyacı duyuyorum kendimde.
Gerek görmüyorum ben bu kadar soruna, hayat hali hazırda zaten zor bir yer. Yaşamak zor, hayatta kalmak zor... Her şey bu kadar zorken bir de üstüne katık yapmak nedir?
Yemin ederim mutsuzluktan hoşlanan insanlar var, ben artık kabullendim bunu. Nasıl olabilir bu diye çok sorguladım çünkü benim kafama hiç yatmıyor ama hakikaten var yani.
Negatiflikten beslenen insanlar var ve üstüne o kadar çoklar ki.
Sanırım artık yaş da aldıkça hiç katlanamaz oldum. Eskiden az da olsa tolere edebiliyordum da, yok artık yapamıyorum. Gereksiz görüyorum zaman kaybı sayıyorum.
Çünkü zaten dünya 3 günlük... Neyin tribi, neyin alıp veremediği, neyin kavgası bu?
Hayatla her daim kavgalı insanlar biliyorum. Hep bir çekişme halinde, sadece kendine de değil garezi etrafındaki herkese.
Artık ya susmuyorum veya kaçıyorum. Kalp kırmamak adına genellikle kaçıyorum.
Tamam ben de sakin bir insan değilim. Hatta pür neşe pozitif biri hiç değilim! Ama mutlu olmayı da bilirim yani. Arada kaysamda karanlık tarafa yine de güneş severim. Açmayı da görmeyi de.
Ama bazılarının son demlerine kadar güneşe tahammülleri yok. Hep bir olmamışlık var hayatlarında, hep bir yarımlık.
Kesinlikle tamamlanmıyor hayatlarında parçalar. Neden? Çünkü şükür yok, tamahkarlik yok, hamd yok, eyvallah yok... Yok allah yok.
Ve hepimizin etrafı böyle insanlarla öyle çok dolu ki. Kendilerinde mutluluk yok ya etrafında da olmasın istiyorlar üstelik. Resmen gülmeye alerjisi olanlarını gördü bu gözler.
Çağımızın hastalığı diyebiliriz bence. "Kronik mutsuzluk" adı da. Ve hızla yayılıyor, üstelik bulaşıcı.
Bunu da nasıl anladım? Ben kalabalık severim, insan severim, ses severim, hareket severim, ortam severim. Dim... Severdim.
Ne zaman ki bir anda içime, yalnızlığa dönmüş olarak buldum kendimi o zaman anladım. Ben kaçıyorum artık kalabalıklardan, insanlardan, ortamlardan.
Dağ bayır sessizlik sevmeyen ben, içim sessiz sakin kimsesiz ağaç altı çekiyor. Mümkünse sadece kuş cıvıltısı duymak istiyorum. Artık nereyi kalabalık görsem canım sıkılıyor.
Bazen kendimle dalga geçiyorum, bu haller hal değil yaşlanma belirtisi bunlar diyorum.
Zamanında köye gideceğim zaman karalar bağlayan ben şimdi koyun bahçesi tütüyor ara ara gözümde.
İşte hep bunlar huzursuz insanlara çok maruz kalmaktan oldu, beni alakadar etmese bile.
Bir başkasının çektiği sıkıntı bana battı. İnsanları anlamamaktan ve artık anlayamamaktan ruhum sıkıldı.
Baktım değiştiremiyorum, yeltenmedim de değil bu arada değiştirmeye. Ama anladım ki insanlar değişmiyor varsa da numuneliktir.
Baktım olmuyor, kaçıyorum ben de artık. Sessizlik iyiymiş meğer...