Son zamanlarda çok hissizleştim ben. Kendi kendime şaşırıyorum artık. Bu kadarını ben bile kendimden beklemezdim yalan değil.
İçimdeki umut gitgide söndü gitti! Anlamadan, yavaş yavaş… Bir baktım yok olmuş gitmiş. Sonradan anladığım, bu hissiyatıma üstüne birde üzülmek geldi içimden. Kendi duyguma kendim üzüldüm. Ne kadar acı aslında!
Halbuki içimde çok başka çok güzel ümitler, hayaller, arzular, gelecekler, çiçekler böcekler, güneşli günler...
Neler neler vardı. Her şeye ve herkese tüm olanlara bütün olumsuzluklara rağmen hem de.
Olacak diyordum ya; olacak bir gün. Biz güneşli günleri elbet göreceğiz. Bunca fırtına bunca sağanak boşa değil elbet. Bunun arkası güneş ve gökkuşağı...
Ama yanıldım sanırım. Çünkü görmeyi istediklerim ile gördüklerim zıt. Değişmeyi geçtim duraklama bile yok hızla yanlışlarda dans ede ede ilerliyoruz. İçim parçalanıyor gördüklerime.
Uzun zaman sonra Yeşil’e gittim. Bayağı zaman geçmiş üzerinden anlamadan.
Gördüğüme öyle sevindim ki, içimi açtı, neşe doldurdu gönlümü. Ansızın ruhumu doyurdu. Bu kadar zevk alacağımı tahmin etmezdim. Huzur dolu, huşu dolu, ruhumu dinlendiren bir ikindi namazı kıldım.
Hocanın sesi, caminin verdiği seyir zevki, namazın dinlendiriciliği, mekanın ruhu, havası suyu...
Her detayı beni öyle besledi ki neye uğradığımı şaşırdım. Beklemediğim bir şeydi bu ve ben Bursalıydım zaten. Bu duygu nereden çıkmıştı ki...
Sonra o huzurla türbeyi gezdim, o dinlendirici hissi pekiştirelim dedik bir salep iyi giderdi. Bursa manzarası eşliğinde bu sonbahar ikindisinde hem de Yeşil de. Çok güzel kombin...
Köşedeki mekana girdik. Ortam muhteşem, ben muhteşem cam kenarı bir masa...
Her şey ne kadar güzel değil mi? Ama değil işte! İşler burada benim için sarpa sarıyor.
Tamam, gri havayı sevmem, yağmurla da çok aram yoktur ama olsun o gün bu tüm ambiyanslar bile bana iyi gelmişti.
Ben son nokta vuruşuyla arşa çıkaracaktım o günün bana verdiği verimi. Ama umduğum olmadı.
Manzara keyif vereceğine bana hüzün, kızgınlık, hayal kırıklığı verdi. Gördüğüm manzaradan hiç mi hiç hoşlanmadım.
Hali hazırdaki güzelim memleketimi kendi elimizle ancak bu kadar mahvedebilirdik.
Uzun zaman sonra Yeşil’den gördüğüm manzara benim bıraktığım gibi bile değildi. Halbuki kaç sene geçmiş olabilir ki en fazla? Ama o görüntü mahvetti beni.
Üst üste iki yok oluşa şahit oldum ben. Bu da bana ağır geldi ve tüm ümitlerimi çürüttü.
Bu günün 2-3 gün öncesi de Karacabey Longozu’na gittim ilk kez. Daha önce nasip olmamıştı. Ama o yoldaki görüntüler, bereket fışkıran o toprağın, hazine değerindeki o toprağın bakımsızlığı, ne eksen bitecek olan cevherin göbeğine tohum yerine beton ekiyoruz resmen...
Bu kadar verimli, her zerresinden bereket fışkıran bir değerli hazineyi neden betonlaştırmak, sanayileştirmek gereği duyduk acaba?
Tarımın göz bebeği olabilecek derecede bereket fışkıran halı misali geniş nadide topraklara tohum yerine fabrika ekmek kimin fikriydi? Neden? Çok merak ediyorum.
Benim gibi cahil halktan bir insan bile bunu bilebilirken neden bunu onaylayanlar bunu bilemiyor?
Neden izin veriliyor, kim onay veriyor bu büyük projelere? Neden bu yıkıp yakma, mahvetme merakı var bizde.
Koskoca dümdüz bereket timsali bir ovaya neden sanayi kurulur? Hakikaten anlamıyorum! Bence bunun mantıklı bir açıklaması dahi olamaz. Yok...
Bursa mahvoldu...
Ne Bursa Ovası kaldı, ne yeşili, ne bereketi, ne beti... Bursa’ya sanayi bir geldi, Bursa’yı çiğ çiğ yedik bitirdik.
Eskiden yukarıdan bakınca Gürsu, Kestel neresi ayırt edilirdi. Şimdi ne Gürsu’yu ne de Kestel’i… Hiçbir yeri ayırt edemiyorsun! Ne nereden başlıyor belli bile değil artık.
Saniyesinde bunlar geçti aklımdan salep gelene kadar. Tadım tuzum kalmadı.
Kafamı bir çevirdim, her detayından zevk, güzellik, asalet akan ilmek ilmek işlenmiş Yeşil Camii, bir tarafımda da yok oluşunu izlediğim güzelim Bursam...
Nakış işler gibi her detayını işleyip, bize el emeği göz nuru bıraktıkları Bursa’ya sahip çıkış şeklimizdi bu.
Otur sabaha kadar ağla!
Ama hakikaten benim ümidim vardı. Adam olur bu devlet, bu millet. Bir yerde düzelir, aklı başına gelir, bir şekilde toparlarız elbet. Kalkarız bizde ayağa hem de en yakın zamanda. Ama yok!
Kalkmak şöyle dursun, sanki battıkça daha da çok batıyoruz. Rezilliğimize rezillik katıyoruz.
Sanki inatla ecdat ne yapmışsa tam tersini yapıyoruz. Artık şu saatten sonra da bu tüm yapılanlardan geri adım atmayız, zaten atamayız.
Hiçbir iyileşme ihtimali kalmadı anlayacağınız. Tam kalbimin derininden vuruldum. İçimdeki son ümit kırıntısı da silindi gitti.